28 Nisan 2010 Çarşamba

TÜRK KAHVESİ


"Gönül ne kahve ister ne kahvehane,

Gönül bir dost ister kahve bahane "


Çok zaman önce Yemen´in yüksek yaylalarında Kaldi adında bir çoban yaşarmış. Günün birinde keçilerinin bir ağacın kırmızı meyvelerinden yedikten sonra canlandığını, çok hareketli olduklarını ve geceleri çok az uyuduklarını fark etmiş. Bunun üzerine Çoban Kaldi, bu yemişlerden tatmış ve sonrasında da kendini daha dinç ve canlı hissetmiş. Zamanla bu çekirdekleri kavurup öğüten Yemenliler, çok lezzetli ve keyif verici olan kahveyi bulmuşlar.
1517 yılında Yemen Valisi Özdemir Paşa, lezzetine hayran kaldığı kahveyi İstanbul'a getirmiş. Türkler tarafından bulunan yepyeni hazırlama metodu sayesinde kahve, cezvelerde pişirilerek Türk Kahvesi adını almış.
İlk olarak Tahtakale'de açılan ve tüm şehre hızla yayılan kahvehaneler sayesinde halk kahveyle tanışmış. Sonraları saray mutfağında ve evlerde yerini alan kahve, çok miktarda tüketilmeye başlanmış. Çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulduktan sonra dibeklerde dövülerek cezvelerde pişirilmek suretiyle içiliyor ve en itibarlı dostlara büyük bir özenle ikram ediliyormuş.
Kahvenin bu kadar ilgi görmesi üzerine zamanın şeyhülislamı, kahvenin ne olduğunu tam olarak anlayamayıp uyuşturucu hükmüne vardığından kahve için yasaklı günler başlamış. Kömürleştirilmiş bir nesnenin suyunu içmenin günah olduğu fetvası verilince kahve dolu gemilerin dipleri delinerek, kahveler Marmara Denizi´ne dökülmüş. Fakat bu yasak bile Türk insanının kahveye olan alışkanlığını engelleyememiş. Hatta kahvenin birçok derde deva, hastalığa şifa olduğu söylentileri yayılınca kahveye olan ilgi daha da artmış. 3. Murat döneminin şeyhülislamı ´Sakınca kahvenin kavrulurken kömürleşmesinde ise kahveyi kömür haline getirmeden kavurmak sakıncayı ortadan kaldırır´ anlamını taşıyan bir fetva yayınlamış. Böylece kahve serbestçe içilir hale gelmiş.
1615'te Venedikli ve 1650'de Marsilyalı tacirler de Türk Kahvesini dünyaya yaymışlar. İtalyan gezgin Pietro della Valle tattığı ve hayran kaldığı içecekle ilgili değişik bilgileri arkadaşlarına anlatıyormuş. 1669'da Osmanlı Sefiri Hoşsohbet Nüktedan Süleyman Ağa, Türk Kahvesini Paris sosyetesine ikram etmiş ve o dönem Paris'te Süleyman Ağa'nın konağına kahveye davet edilmek ayrıcalık sayılıyormuş.

Türk kahvesinin kısaca geçmişi böyleymiş :) Peki ya şimdi...


Uzmanlar özellikle filtre edilmiş kahvelerin çok fazla tüketilmesinin insan sağlığına zararlı olduğu konusunda birleşiyorlarmış, oysa Türk kahvesi tüm yönleriyle sağlık koşullarına uygun bir içecekmiş. Pişirilip servis edilen Türk kahvesinin sadece suyu içildiğinden, yani telvesi fincanın dibinde kaldığından insan vücuduna doğal kafein veriyor, zihin açıyor,enerji veriyor, baş ağrılarını azaltıyor, sindirimi kolaylaştırıyormuş.

Çok aşırıya kaçmadıkça uzmanların bu görüşü mantıklı geldi bana da. Zaten her şeyin aşırısı zarar değil mi?
Övünmek gibi olmasın kahveyi güzel pişirdiğimi söylerler ben de nacizane tarifimi vereyim dedim :)

MALZEMELER
Bir fincan Türk Kahvesi için;
1 fincan su
1 çay kaşığı tepeleme kahve
Az şekerli için yarım çay kaşığı, orta şekerli için 1 çay kaşığı, çok şekerli için 1.5 çay kaşığı ya da daha fazla şeker

YAPILIŞI
Kişi sayısına göre malzemeleri iki katı arttırın. Tüm malzemeleri cezveye koyun, çok kısık ateşte karıştırın. Cezve ısınıp tıkırdamaya başlayınca karıştırmayı bırakın. Üzerinde köpük birikmeye başlayacaktır. Kahve çok fazla kabarmadan üzerinde biriken köpüğü kaşık yardımıyla fincanlara pay edin. Kalan kahveyi tekrar ateşe koyarak kabartın ve taşmasına yakın ateşten alın, fincanlara dökün.
Lezzet açısından kahvenin en güzeli közde ve bakır cezvede ağır ağır pişeni. Fakat böylesini her zaman bulmak zor.
Köpüklü olması açısından ise cezvede 3 fincandan fazla pişen kahve istenilen sonucu vermiyor bence. Kişi sayısı arttıkça ve cezve büyüdükçe köpük oranı azalıyor da diyebiliriz. Tabi bol köpüklü bir kahve için kahvenin taze olması da çok önemli söylemedi demeyin. AFİYET OLSUN :)

24 Nisan 2010 Cumartesi

PAZILI GÜL BÖREĞİ



Dün uzun zaman sonra güzel, dolu dolu bir tatil günü geçirebildik çok şükür. Sabah kahvaltıda İstanbul'dan arkadaşlarımız vardı. Ankara'ya giderken bizi de unutmamışlar, uğradılar, kısa da olsa görüşebildik. Çok memnun olduk, yine bekleriz buradan da söylemiş olalım :)
Öğleden sonra kendimizi dağlara vuralım, güzel havanın nimetlerinden faydalanalım dedik, TuzBİBER Börek Etkinliği için yaptığım böreklerle birlikte muhtelif çıkınımızı da aldık yanımıza çıktık evden. Tatil olduğundan herkes bizim gibi vurmuş kendini dağlara :) Kalabalık mı kalabalık. Biz de Yuvacık Barajı'ndan vazgeçtik Şehit Tepe'ye gittik.
Üç kişilik aile olarak ilk pikniğimizi yapmış olduk. Selim'in de hayatındaki ilk pikniğiydi :) Bu bakımdan da önemli bir gündü. Çimenlere oturdu.

Papatyaların tadına baktı :)
Gayet keyifliydi. O keyiflendikçe biz de mutlu olduk. Hayatımızdan bir gün daha böylece tamamlanmış oldu.
Bir de Şehit Tepe'den bir Yuvacık manzarası paylaşayım sizlerle tarifime geçeyim artık. Tüm günleriniz böyle güzel geçsin dileğiyle...

PAZILI GÜL BÖREĞİ
HAMUR MALZEMESİ
4 su br. un
1 çay br. yoğurt
1 çay br. sıvı yağ
1 yumurta (beyazı içine, sarısı üzerine )
1 çay br. su
Tuz

İÇ MALZEMESİ
2 demet pazı
1 adet orta boy soğan
Yarım çorba kş. salça
Sıvı yağ, tuz
1 çay kş. karabiber ve pulbiber

YAPILIŞI
Pazıyı ayıklayıp doğrayın, yıkayın ve süzülmeye bırakın. Soğanı ince ince kıyın. Sıvı yağda önce soğan ve salçayı kavurun. Üzerine pazıyı ekleyin. Tencerenin kapağını kapayın. Arada karıştırarak kavurun. En son tuz ve baharatları ekleyerek soğumaya bırakın.
Hamur malzemelerini karıştırıp, iyice yoğurun. Yumuşak, yoğurdukça elinizden ayrılan bir hamur olacak.
Hamurdan cevizden büyükçe parçalar kopararak merdane yardımıyla yuvarlak ve ince açın. Üzerine fırçayla sıvı yağ sürün. Kenarına pazılı içten koyarak rulo şeklinde sarın, bir ucundan başlayarak öbür uca doğru yuvarlayarak gül şekli verin.


Şekillendirdiğiniz hamurunuzu tepsiye dizin. Üzerlerine hamuru yaparken ayırdığınız yumurta sarısını sürerek 180 derece fırında üzerleri kızarana kadar pişirin. AFİYET OLSUN :)

Bu arada MAYDANOZ Yemek Blogları listesine beni de eklemiş, şimdi gördüm, çok mutlu oldum, buradan da teşekkür ederim kendisine

22 Nisan 2010 Perşembe

ELMALI KURABİYE


Annemin babamın doğum gününde yaptığı elmalı kurabiyeleri. Elmalı kurabiyeyi oldum olası çok severim zaten ama bu bildiğimiz elmalı kurabiyeden biraz daha farklı yapılış ve şekil bakımından. Biraz büyükçe de olması çok hoşuma gitti doğrusu :)
Ben aynı tarifi, içine elma yerine vişne reçeli koyarak da yaptım, o haliyle de çok lezzetli oldu. Vişne reçeline ceviz ya da fındık ilave ederek de kurabiyelerinizde iç olarak kullanabilirsiniz.

MALZEMELER
3 su br. un
250 gr. eritilmiş tereyağı
6 çorba kş. yoğurt,
1 kahve fincanı pudra şekeri
1 çay kş. kabartma tozu
Yarım limon kabuğu rendesi

İÇ MALZEMESİ
3 adet elma
1 çay kş. şeker
3 çorba kş. çekilmiş ceviz
1 tatlı kş. tarçın

ÜZERİNE
Pudra şekeri

YAPILIŞI
İç malzemesi için elmaları rendeleyin, hafif ateşte şekerle birlikte elmalar bıraktığı suyunu çekene kadar pişirin. Ateşten alınca ceviz ve tarçını da ilave ederek soğumaya bırakın.

Hamur malzemelerini karıştırarak yoğurun. Hamurdan  parçalar alarak 9-10 cm boyutunda oval açın. Kenarına elmalı içten koyarak sarın, hafif bükerek ay şekli verin. 180 derece fırında pişirin. Soğuduktan sonra üzerine pudra şekeri serpin. AFİYET OLSUN :)

17 Nisan 2010 Cumartesi

TAVUKLU KARNIBAHAR VE PEÇETE HALKALARIM

Fırında karnıbahar tarifimi daha önce yayımlamıştım ama tavuklusunun tadı da bir başka olduğundan yine sizlere sunmak istedim. Karnıbaharı tencerede pişirmektense fırında bu şekilde pişirince ya da kızartmasının daha lezzetli olduğunu düşünüyorum.
Fırında karnıbaharı tavuklu yapmak isterseniz bütün pişirme aşamaları kıymalı karnıbahar tarifimdeki gibi. Tek fark kıyma yerine tavuğu soğanla soteliyorum. Soğanı söğüş doğramayı tercih ediyorum,  içine de baharat olarak tavuk baharatı, kekik, pul biber ve fesleğen katıyorum.
Peçete halkalarıma gelince canım arkadaşım Sümeyye' nin el emeği göz nuru. Ben değişik birşey olsun diye diretince, O da "Bak güzel olmazsa karışmam" dedi ama sağolsun kırmadı beni yaptı, bence çok da güzel oldular.  Zaten her gören de beğeniyor. Eğer siz de beğenirseniz hemen Kiraz'ın Dükkanı'na sipariş verebilirsiniz. Tekrar teşekkür ederim canımcım çok uğraştırdım seni hakkını helal et. Bu arada peçete halkasındaki peçetem hakiki Rize dokumasıdır, yanlış anlaşılmasın :)

12 Nisan 2010 Pazartesi

2010 BLOG ÖDÜLLERİ

SULTAN SOFRASI "2010 BÖ" Yemek Blogları kategorisinde yarışıyor.

Sultan Sofrası' na oy vermek için burayı tıklamanız ve siteye soldaki kayıt butonuna basarak kaydolmanız gerekiyor. Bu kayıt işlemi bir kaç dakikanızı alabilir, ama günde bir kaç dakikamızı nelere vermiyoruz değil mi ? :) Kayıt işlemi tamamlandıktan sonra yemek blogları kategorisinde oylarınızı bekliyor olacağım.

Beni destekleyen arkadaşlarıma şimdiden teşekkür eder, desteklemeyenlere sevgilerimi sunarım :)

10 Nisan 2010 Cumartesi

TAVUKLU SEMİZOTU SALATASI


Semizotu özellikle çiğ tüketildiğinde kanı temizleyen, baş ve vücut ağrılarına, böbreklerdeki kum ve taşa iyi gelen, şeker hastaları için de oldukça faydalı bir sebzeymiş. Salatasını yiyene kadar çiğ nasıl olur acaba bu semizotu diye düşünmedim değil :) Ama tadınca anladım ki boşuna düşünmüşüm, bu kadar güzel olacağını tahmin edememiştim. Tabi damak tadı bilmem herkes beğenir mi ?
Semizotu çok faydalı demişsin ama salataya mayonez koymuşsun, bu ne perhiz ne lahana turşusu diye içinden geçirenler olur belki :) Dilerseniz mayonezsiz de yapılabilir salatamız ama mayonezin bu tür salatalara farklı bir tat kattığını düşünüyorum ben. En kısa zamanda salatalarınızda kullanabileceğiniz evde mayonez yapımını da arşivime eklemeyi düşünüyorum .

MALZEMELER
1 demet semizotu
1 kase tane mısır
1 adet haşlanmış tavuk göğsü
1 kase yoğurt
1 çorba kş. mayonez (arzuya göre)
2 diş rendelenmiş sarımsak
4 çorba kş. kalın dövülmüş ceviz
Tuz

YAPILIŞI
Semizotunun yapraklarını koparın, saplarının çok kalın olmayan kısımlarını da ufak ufak kopararak salatanıza ilave edebilirsiniz. Zannediyorum ki yaprakları kadar saplarında da vitamin bol, ziyan etmeyelim :) Ayıkladığınız semizotunu yarım saat kadar sirkeli suda beklettikten sonra yıkayıp süzün.

Geniş bir kaba semizotu, küp küp doğranmış tavuk göğsü, tane mısır, ceviz, mayonez, yoğurt, sarımsak ve tuzu ilave ederek iyice karıştırın. Salatamız servise hazır, AFİYET OLSUN :)

3 Nisan 2010 Cumartesi

FIRIN POŞETİNDE TAVUK

Fırın poşetinde yapılan yemekleri seviyorum. Hem pratik oluyor hem de lezzetli. Köfteyi ve balığı da genellikle fırın poşetinde pişiririm. Etraf da batmıyor böylece :)
Çabucak bir şeyler hazırlamak istediğinizde fırın poşetini mutlaka deneyin derim. Tavukları sadece baharatlayıp hafif yağlayarak da pişirebilirsiniz poşette. Muhakkak sosta bekletmeniz gerekmiyor.
Sütlü sos tavuğa ayrı bir lezzet katıyor gibime geldi. Bir arkadaşın eşinden görmüştüm, ızgara yapacağımız tavukları bu şekilde soslamıştı ve inanılmaz lezzetli olmuştu. Artık söylemesi benden denemesi sizden...

MALZEMELER
4 adet tavuk pirzola
3 adet patates
500 gr. brüksel lahanası
2 adet havuç
2 adet fırın poşeti
Tuz, karabiber, pul biber
Sıvı yağ

TAVUK SOSU İÇİN MALZEMELER
1 su br. süt
1 tatlı kş. dolusu tavuk baharatı
1 çay kş. kırmızı toz biber, kekik, nane, fesleğen, pul biber
Tuz

YAPILIŞI
Sos malzemelerini karıştırın. Tavukları geceden hazırladığınız sosa yatırın ve buzdolabında bekletin.

Ertesi gün patatesleri ve havuçları soyup kalınca dilimleyin. Geniş bir kapta patates, havuç ve bürüksel lahanasının üzerine hafifçe sıvı yağ gezdirerek karabiber, tuz ve pul biber ekleyin. Hepsini iyice harmanlayın.

Fırın poşetinin içine patates ve lahanaları dizin, aralara da sostan çıkardığınız tavukları döşeyin. (Malzemeyi iki poşete bölün) Poşetin ağzını bağlayarak üzerine bir iki yerinden küçük delik açın. (Kürdan ya da bıçak yardımıyla) Tepsiye koyarak 180 derece fırında pişirin. AFİYET OLSUN :)